Pazar, Nisan 13, 2008

balance.

Çifter çifter atılan yalanların, bakışların uzağında doyamadan uyuduğum bu bir hafta;
bütün aklımı bugün aldığım bavul kadar çantaya sığdırıp otobüsle bambaşka şehire emanet vermişim gibiydi.
Koca haftayı ruhumu aynı yatakta bırakarak geçirdim. Tek kelime not almadım. Tek cümle okumadım. Tek satır makyaj yapmadım. Panomdaki mor ve sarı yıldızlı balo maskesini geceler boyu çıkarmadım gözümden. Bol bol iskambil falı baktım. Kahküllerimle uğraşmadım bile. Tarağımda tam yedi gün önceden kalma saçlar.
İstemsiz olabilirdi diyebileceğim her ne varsa her şey istemsiz gelişti. Pürüssüz bir seri sundum kendime ve etrafa. Fix bir ‘çevreye verilen rahatsızlığa ithafen’ yazısı görünmüyor bu hafta duvarımda.
Rayına oturtmak için acele edecek zorunluluklarım yok. Tek sorumluluğum kahvemi yudumlamak. Bir şeyleri sevmeye niyetlenmiyorum. Bu elleri yukarda tutabilecek, ruhu kurtarabilecek tek karar artık. Lalem soldu mevsimi geçerken. Hiçbirşeyi tek kılmanın derdinde değilim. Denge kurmaya çalıştığım anda yuvarlandığım için artık sürünerek gitmek bile daha gurur okşayıcı.
Kimseye dert açıklamak, sonra onu algılattırmak, ve hatta paylaşma aşamasına gelmek zorunda değilim. Yalnız olmak yalın olmaktan geliyor. Ve hiçbir ilişkide uyku iki kişilik uyunmuyor.
Beni sonuca ulaştıran tek bir kare yok. Kendimi Texas’ ta bir kasabanın Daltonlar tarafından dağıtılan güvenliğini yerli yerince toparlamış ve işi bittikten sonra gün batımında ağzında çöple dağın arkasında kaybolan Red Kit gibi hissediyorum.

Devşirildim. Son sözüm bu.