Cumartesi, Nisan 22, 2006

Can'la

Sahi dedim yolda; ‘ Birazdan karşısında bayılabileceğin o adamı nasıl tanımıştın
sen bir hatırla bakayım’Düşündüm de, düşündüm. Sonra aklıma geliverdi bir anda.
Basit bir edebiyat ödevi değil miydi bu işin çorap söküğü gibi gelmesini sağlayan.
Gerçekten basit, öyle ki; bir köşe yazısı bulun. Beş yıl önce falan işte. Tüm
gazeteleri araştırıyorum. İsimlerden hoşlanmıyorum, bazen yazı başlıklarını,
bazen resimleri sevmiyorum. Homurdanıyorum, ‘ay ne sıkıcı iş’ diye kendi
kendime. Ama bir isim; işte karşılaştık. Ben dedim tanıyorum bu adamı. Sarı
Zeybek’te beni birinci sınıftan bugüne kadar her izleyişimde büyüleyen, ağlatan
adam. Hem bir bakayım. Yazı biten yaz mevsimiyle alakalıydı. Sonbahara yönelikti.
Benim sonbahara aşkım da yeni başlıyordu zaten. Oh dedim olmuş bu yazı.
Bunu götüreyim. İşte sonra okudum bir süre yazılarını. Araya zaman girdi, bir
okudum, bir okumadım. Aynı öğretmenizin
yaptığı en güzel iyilik; ödev olarak ‘benim
gençliğim’ kitabını vermek oldu. Uzun zaman
sonra iyiydi güzeldi. ‘ Taziye’ yazısını okurken
ağladım. İçinde Şebnem Ferah ’ın geçtiği yazısında
şaşırdım, güldüm. Ondan sonra hiç bırakmadım onu
okumayı. Bulduğum her yazısını kesip biriktirdim,
buzdolabına mıknatısladım. Çok gün gidip ‘Yıldızlar’ı
almaya param olmadığı için kitapçılarda ayaküstü
okudum. ‘Yarim Haziran’ı aldım, Savaşta Ne Yaptın
Baba’yı okudum kuzenimden. Başka bir arkadaşımdan
‘Yağmurdan Sonra’yı buldum. Coştum, tavsiyelerimle
coşturdum. Daha geçen gün ‘Yüzyılın Aşkları’ kitabını aldım. Öyle kendi halimde okuyorken;
arkadaşlarımdan biri imza gününü haber verdi. Heyecanlandım.
Bugüne hazırlanmalıydım, tüm hafta düşündüm bir şey bulamadım
söyleyecek. Oysa her yazısını okuduktan sonra ne çok şey isterdim söylemek.
Bugün için türlü türlü planlar yaptıktan sonra yenilen bir yemek ve ardından

yerimizi almamız imza gününün olacağı kitabevinde.
Erkenden oradayız da gelmek bilmiyor, vakit geçmiyor
sanki. Geldi sonunda. Daha önce çok yazarla
tanıştım desem yalan. Ama tanıştıklarım da böyle
sempatik değil. İşte biraz sıra bekledikten sonra
merdivenlerden yukarı çıkmaya başladık. Önümüzdekiler
azaldıkça, nefesim hızlanıyordu. Asistanı olduğunu s
andığımız şirin bir kız elimde kemanı gördü. Sizi şöyle
alayım derken; çoktan sohbete başlamıştık.
-Ay kara kedi gibiyim Can Bey’le sizlerin arasında.

Ama yanına çok kişi birikmesin istiyoruz sırayla olsun
diye. Hem rahatsız biraz.
-Aaaaa.
İşte zamanı geldi. İçimden ‘sakinim’ diye fısıldıyordum ki;

Can Bey’in evet sakin demesiyle
içimden fısıldamadığımı anladım.
...

-(Can) aa ne getirdiniz bana keman mı?senin mi keman?
-(Gözde) yok benim.
-(C) sen de müzisyensin ama?
-(Ben) ııh şey, evet. Trompet çalıyorum (kolyemi göstererek)
-(C) adın neydi?
-(B) beril
imzaları atarken;
-(C) herkese böyle kolyeni mi gösteriyorsun anlatmak için? Ay ben de bir kalem asayım
-(B) sizin gerek yok ki. Herkes biliyor sizi zaten.
-(C) eminim seni de bilecekler yakında.
-(B) poster de alabilir miyiz? Bir de resim çektirsek,
-(C) tabi ki..
ve sonunda
-(B-G) teşekkürler,çok geçmiş olsun
-(C) çok sağ olun.
Ben soluklandım biraz koltuklarda, göz ucuyla bize baktığını

gördüm bir ara. Sevindim. Yavaş yavaş ilerledik terkettik
mekanı. Elimizde posterler evin yolunu tutarken; işte
biliyordum Can Dündar’ı neden sevdiğimi, neden bize kuru
kuru imza vermediğini, neden hasta haliyle gülücük saçtığını,
neden ordan çıkarken ‘Can Dündar iyi günler! .’ diye
bağırmak istediğimi..
Hepsini biliyordum.
Bir ara keşke daha iyi olsaydı diye düşündüm; içimden daha

iyi olmaz mıydı söyledim, sonra gayet sıcak geldi bu sohbet.
‘iyiki’ dedim. ‘İyiki gözde gelmişsin benimle.bunu sana her
maceramızda söylüyorum ya; iyiki gelmişsin’.
Sarıldık kocaman birbirimize, öptük birbirimizi. O kardeşim benim.
Yarın 12’de bizim evde buluşmak ve film izlemek üzere ayrıldık.

O andan eve gelene kadar; dinlediğim müziği içimde hissettim, dolmuştaki
çocuklara gülümsedim. 'Ah be Can Dündar; nelere kadirsin’ diyebildim.
Şimdi ‘Yüzyılın Aşkları’ kitabımda;
-sevgili Beril’
aşk ve müzik dolu bir yaşam dileğiyle –can-

‘Yarim Haziran’da;
-Beril için; Can’la –can-
‘Benim Gençliğim’de;
-Beril’e Can’an sevgilerle –can-
yazıyor. İmzalı poster odamı renklendiriyor, morlu yeşilli.
Can Dündar’a söylemek istediğim o kadar çok şey var ki; unutuyorum.

Ama ‘onun kıvamından vazgeçemem’ diyorum hep.
Gerçekten de öyle ...